BALKAN
TURU
28.04.2012 /
06.05.2012
MAKEDONYA
2 milyon
nüfuslu ülkenin şehirleri Üsküp(Skopje), Kalkandelen(Tetova), Ohri, Manastır ve
Kumanova. Para birimi Denar (1Euro = 60 Denar)
%65 oranında
ortadoks(Makedonlar), %33 civarında Müslüman(%28 arnavut,) yaşayan ülkede
Türklerin oranı %5 dolayında. Ekonomisi zayıf olan ülkenin geçim kaynakları tarım,
madencilik, turizm ve imalat. Kiril alfabesi kullanılıyor.
Not: Balkan:
Sık ormanlarla kaplı sıradağlar anlamına geliyor.
Yugoslav:
Güneyden gelen Slavlar anlamına geliyor.
TETOVA (29.04.2012)
20 milyon
nüfusu olan şehirde ilk durağımız Alaca camii oldu. İki kız kardeşin çeyiz
harçlıklarıyla temelini attıkları cami son derece renkli ve güzel görünüme
sahip. Kızların mezarları hemen cami önünde . Dikkat çekici olan camiye girince
hutbenin sağ yanında kalan yumurta akı ve keçi kılıyla yapılan kabenin resmi.
Daha sonra
Harabati Tekkesine doğru yol alıyoruz. Tekkenin sorumlusu yaşlı bir dedeyle
uzun uzun muhabbetler edildikten sonra hemen tekkenin karşısında bir camiyi
ziyaret ettim. Camiden sorumlu nur yüzlü dedenin anlattıkları oldukça ilginçti.
Türk olduğumuzu duyan dedenin söyledikleri ise oldukça manidardı, “ Orda tekke,
burada camii ama ne gelen var ne giden herkes içiyor”
OHRİD
(29.04.2012 / 30.04.2012)
Ohrid şehrini
meşhur gölünü gezerek başlıyoruz. Deniz seviyesinden 615 km yükseklikte bulunan
ve 260 m derinliği olan gölün çevresinde üç şehir bulunmakta, Makedonya’ya
bağlı Ohrid ve Struga, Arnavutluğa bağlı Pogradec şehri. Yaklaşık 17 çeşit
balık yaşayan gölde, kendine özgü yüz
çeşit canlı yaşıyor. Etrafında bulunan müstakil evlerin değerlerinin 1 milyon
euro ya yaklaştığı söyleniyor.
Daha sonra Sveti
Naum’un mezarını ziyaret ediyoruz. Ortadokslara göre Kiril alfabesini bulan iki
kardeşten birincisinin mezarı, Müslümanlara göre ise Sarı Saltuk’un mezarı
olduğu söyleniyor. Şehirde tam 365 adet kilise varmış. Her gün birini gezdik :))
Ohrid’deki
ikinci günümüzde ise M.Ö. 2. yy’dan kaldığı söylenen açık hava tiyatrosunu
geziyoruz. Tiyatronun beş bin kişilik olduğu fakat üç bin beşyüz kişilik olan kısmının bulunduğu,
kalan bin beş yüz kişilik yerin hala arandığı söylendi. Avrupalı zenginlerin
düğünlerini yaptığı yer olarak bilinen tiyatroda her yıl ünlü sanatçılar gelerek
konserler veriyor.
Daha sonra
Ohrid kalesini geziyoruz. Kale içerisinde Kiril alfabesini bulan iki kardeşten
ikincisi olan Clementin kilisesi ve aynı zamanda Sinan Yusuf Çelebi’nin türbesi
var. Bu kale aynı zamanda bir akademi olarak hizmet veriyor ve çalışmalar hala
devam ediyor. Buranın ortadoksların en kutsal yeri olduğu söylendi.
Ohrid’de
serbest bir zaman diliminde yolda rastladığımız bir camide vakit namazını kıldık ve orada bir Arnavut
Türk’le tanıştık. Sağ olsun gezimizin ikinci gününde büyük bir özlem duyduğumuz
Türk çayına bu abi sayesinde kavuştuk. Bizi bir Türk kahvesine götüren abi genelde aralarında Arnavutça konuşan bu
insanlara “arkadaşlar bugün Türkçe konuşuyoruz Arnavutça yok” diye takıldı. Anlatılanlar yine ilginçti. Oğlu Bursa Uludağ
Üniversitesi’n de okuyan abiye çocuğunuz orada mı burada mı kalacak diye
sorduğumuzda sert bir şekilde; “tabi ki burada kalacak, bu topraklar bizim ve
biz koruyacağız, biz burada azınlık kaldık, herkes giderse buraları kim bekleyecek”
dedi. Yine ilginç bir saptamasını söylemeden geçemeyeceğim; “nerde baskı var
orada din daha iyi yaşanıyor, nerde demokrasi var orada bozulma var”
Ohrid’de bir Arnavut kahvesi
RESNE (30.04.2012)
II.
meşrutiyeti çıkartan çetenin lideri olan Resneli Niyazi’nin doğduğu şehir.
Elmalarıyla ünlü olan Resne’de yılda 80 bin ton elma üretiliyor. Fransa’da
görüp beğendiği bir sarayın(Versailles Sarayı) kopyasını Resne’ye yaptıran
Resneli Niyazi, bu saraydan karşı çaprazda bulunan evine kadar bir balkon
yaptırmayı düşünmüş fakat bu isteğini gerçekleştiremeden 1913 yılında
İstanbul’a giderken yakın korumaları tarafından öldürülüyor. Bu olayın
Abdülhamit tarafından tertip edildiği söyleniyor.
Resneli Niyazi’nin Sarayı
Resneli Niyazi
ile ilgili olarak iki olaydan bahsetmek istiyorum. Birincisi; Resneli
Avrupa’da kendisine hediye edilen geyiği memleketine getiriyor. Geyik her gün
bir yerlerde gözüküyor ve ertesi gün geyik şurda görüldü, burada görüldü diye
haberler yapılıyor. Resneli dilimizde hala kullandığımız “bırakın bu geyik muhabbetini”
deyimini buradan kazandırıyor.
İkincisi ise yakın korumaları tarafından öldürüldüğü için “ne şehittir ne gazi boku bokuna gitti Niyazi” deyimini de dilimize kazandıran şahıs yine Resneli Niyazi.
İkincisi ise yakın korumaları tarafından öldürüldüğü için “ne şehittir ne gazi boku bokuna gitti Niyazi” deyimini de dilimize kazandıran şahıs yine Resneli Niyazi.
MANASTIR (30.04.2012)
60 bin nüfusu
olan şehir konsolosluklar şehri olarak anılıyor. Aynı zamanda Atatürk’ün okumuş
olduğu Manastır Askeri İdadisi’de bu şehirde bulunmakta. Ayrıca aynı cadde
üstünde Atatürk’e aşık olan Rum kızı Eleni’nin evinin balkonuna görme
fırsatımız oldu. Türk çarşısına benzeyen
bir çarşı çıkışında, Elveda Rumeli dizisinin de çekildiği yerleri ziyaret ettik.
Eleni’nin Atatürk’e yazdığı mektup;
Çok seneler geçti, ben halen her gün
senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla.
Kağıttaki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle
ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan,
mektubumu yırt.
Manastırlı
Eleni Karinte, bir gün tanıdığı ve aşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır.
Benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir
şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum. Fakat, balkondaki kızı
hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca
bekleyeceğimi bilmeni istiyorum.
Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum.
Babam vefat etti. Beni senden ayırdığından tam bir yıl geçti, beni eve kapattı
ve bir ay çıkmama izin vermedi. Ağladım, biliyorum ki tüm kilitleri ve
hapisleri boşuna harcadı.
Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez
gördüm ve kendisi bana onu sevebileceğimi söyledi. Ben kendisine, ‘Hayır, ben
sadece ilk aşkımı seviyorum’ dedim. Babam beni hiç bir zaman affetmedi ve ben
de kendisini affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim.
Ebediyen seni seven ve seni bekleyen,
Eleni Karinte’n.”
Ohrid şehrinden Arnavutluğa geçerken gölün döküldüğü
yer (Karadirim)gerçekten müthiş. Sanki göl değil de bir nehir akıyor gibi .
Ohrid Gölünün Döküldüğü yer(Karadirim)
ARNAVUTLUK
(01.05.2012)
Nüfusu
3,600,000 bin. Milli geliri 5,500 $. Halkın %95’i Arnavut ve bunların %70’ i Müslüman. Dünyanın üçüncü büyük krom
madenine sahip olan ülkeye gerçekten de su zengini diyebiliriz. Yollarda
hortumlardan fışkıran suları görüp rehbere bunların ne olduğunu sorduğumuzda
araba yıkayan kişilerin hazırladığı bir düzenek olduğunu ve sadece hortum
kullandıklarını söyledi. Yolda birkaçını gördüğümüz bunker denen fırın gibi
şeylerin Arnavutluğun her yerinde olduğu ve kominist rejim zamanında dışarıdan
gelecek tehlikelere karşı Arnavutların kendilerini savunmak için yaptığı bu bunkerların,
nüfusun hepsini kolaylıkla saklayabilecek kadar çok olduğu söylendi.
Arnavutların
%30’u domuz eti yiyor fakat domuz eti asla kasaplarda satılmıyor. Domuz eti yol
kenarlarında gördüğümüz derme çatma yerlerde satılıyor. Yıllardır kapalı bir
ülke olan Arnavutlukta insanlar yaklaşık yirmi yıldır araba kullanıyorlar,
sokaklarda kaza yapmış arabalar gerçekten de dikkat çekecek derecede fazla.
Toplam araba yüzdesine baktığımızda arabaların % 60’ ının Mercedes olduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz. Motor kullanırken kask takmıyorlar.(Doğal kaskları
varmış)
Arnavutların
çok inat olduğu söyleniyor hatta bu konuda bir hikaye anlatıldı. İki Arnavut
çatı ustası evin tepesinde çalışıyorlar. Doğal olarak sıcakta susuyorlar ve
suları bittiğinde o diyor sen al, o diyor sen al, inat ediyor ikisi de almıyor
ve çatıda çatlayarak öldükleri söyleniyor.
Tarihi olarak
Arnavutluğa baktığımızda Enver Hoca’yı anlatmadan geçemeyiz. Halk tarafından
%95 lerle seçilen Hoca idamlarıyla meşhur. En ufak bir problemin karşılığı
otomatik olarak idam. Böyle olunca halk mecburi demokrasi gösterisi yapıyor.
Öldükten sonra Arnavut halkının çoğunluğu Enver Hocadan memnun olmadıklarını
dile getiriyor.
Enver Hoca
1912 yılında yönetimi ele geçiriyor. 1950’lerden sonra sıkı bir şiddet
politikası uyguluyor. Önce Rusya ile iyi geçiniyor, arası bozulunca Çin’e
yöneliyor, onlarla da arası bozulunca 1970 lerde ABD ile iyi geçiniyor. Kapalı
bir ülke olduğunu söylediğimiz Arnavutluk kapılarını dış dünyaya yıllarca
kapalı tuttuğundan çoğu ülke içeride ne olduğunu bilmediğinden Arnavutluğa
savaş açamıyor.
TİRAN (01.05.2012)
Nüfusu 1
milyon olan Tiran’a ilk girdiğimizde dikkat çekici olan şey evlerin rengarenk
boyalı olması. Sebebi ise Enver Hocanın tek düzeliğine inat olduğu söylendi.
Kominizmden kalma evlerde tuvalet ve banyo yok, apartmanda ortak tuvalet ve
banyolar mevcut. Arnavutluk Balkan ülkeleri arasında okuma yazma oranı en
yüksek olan ülke.
İŞKODRA (01.05.2012)
Rafahza
kalesini geziyoruz. Üç kardeşle ilgili bir hikayesinin olduğu söylendi. Fakat rehber anlatmadan hikaye kaynadı gitti. Gölü
göremedik ama Balkanların yüzölçümü en büyük gölünün İşkodra’da olduğu
söylendi.
KARADAĞ (01.05.2012
/ 02.05.2012)
Nüfusu 700
bin. Sırpların yaşadığı bir şehir. Montenegro olarak bilinen ülkenin ismi Monte
Dağ , Negro da siyah demek yani Karadağ.
Her ailenin muhakkak yurt dışında çalışan bir ferdi var. Karadağ’ın Sancaklı
bölgesi Türklerin yaşadığı yer ve tanıdığımız bir çok ünlü sporcular var.
Bunlar Saffet SANCAKLI, Hidayet TÜRKOĞLU, Semih ERDEN ve ünlü iş adamı Şarık
TARA.
Her doğan
çocuk için bir zeytin fidanı dikiyorlar.
Karadağlıların
çok tembel olduğu söyleniyor. Bununla ilgili olarak anlatılan iki anektot ;
Her
Karadağlının iki karısı vardır. Her ikisine de diğerinin yanındayım deyip gider
tek başına kendi yatar.
Her
Karadağlının yatağın yanında bir sandalye vardır. Kalktığında dinlenmek için.
BAR (01.05.2012)
Nüfusu 70 bin
olan şehir yazın 100 bini geçiyor. Turistik bir bölge. Gördüğüm kadarıyla son
derece temiz ve düzgün bir yerleşim yeri. Zenginlerin mekanı olduğu ve buradaki
müstakil dairelerin fiyatların da 1 milyon Euro civarında olduğu söylendi.
Protestan oldukları için buraya Rusların yoğun bir ilgisi var. Şehirdeki tüm yapılan
inşaatların Ruslara ait olduğu söylendi.
BUDVA (02.05.2012)
Dünya jet
sosyetesinin turistlik amaçlı geldiği bir şehir. 11 bin nüfusu olan şehir yazın
60 bin oluyor. Bar şehri gibi burada da inşaatların tümünün Ruslara ait olduğu
söylendi. Sveti Stefan Yarımadası ünlülerin tatil yaptıkları bir mekan.
Fotoğraf çekmek için durduğumuz alan, ünlüler bu adaya geldiğinde,
paparazzilerden geçilmiyormuş.
Budva’ya Giriş
Budva
Kalesi gerçekten muhteşem. Eski Budva şehri bu kalenin içerisinde ve hala faal
bir şekilde işliyor. Kale içerisinde cafeler, barlar, ayakkabıcılar, marketler
anlayacağınız her şey bu kalenin içinde var. Özellikle geceleri Karadağ’ın tüm
gençleri burada desem herhalde mübalağa etmiş olmam.
Budva Kalesi Gece
KOTOR (02.05.2012)
Kotor’da
yaklaşık 4,5 km olduğu söylenen kaleyi gezdik. Kale gerçekten çok büyük. Kale içinde çeşitli meydanlar var ve bunlara o
günkü ticaret ve sosyal hayata göre çeşitli isimler verilmiş. Silahların
yapıldığı meydana silah meydanı, Erzakların alınıp satıldığı meydana un
meydanı, balık alışverişinin yapıldığı meydana balık meydanı ve ibadet
yerlerinin olduğu yerlere de ibadet meydanı denilmiş. Kale tam bir küçük şehir
gibi ve üç tane giriş kapısı bulunuyor. Ana giriş kapısının üstünde Kiril
alfabesiyle yazılan yazı eski Yugoslavya’nın lideri Tito’ya ait “Bizim olmayanı
almayız, bizim olanı vermeyiz”
Kotor Kalesi
Karadağ
gezimizi Hersek Nobi şehri ve İgolo şehrini içinden geçerek tamamlıyoruz.
Hersek Nobi şehri ismi Kanuni zamanından kalan Kanlı Kule ile meşhur. Kule
bizim Yedikule zindanlarını anımsatıyor.
İgolo şehri
ise sağlık turizmi yapılan bir şehir.
HIRVATİSTAN (02.05.2012)
4.500.000
nüfusu olan Hırvatistan’ın başkenti Zagrep, para birimi kuna 1 euro yaklaşık
1,7 kuna civarında. Hırvatistan’ın % 80’i Hırvat geriye kalanlar Sırp, Boşnak
ve az sayıda Müslüman var.
Hırvatistan’ı
bir adalar şehri olarak adlandırmak yanlış olmaz çünkü bizim ege adalarından
daha çok ada olduğu söylendi. 1,185 tane adası varmış. En meşhur adası Marko
Polo’nun doğduğu Korcula adası.
DUBROVNİK (02.05.2012)
50.000 nüfuslu
bir şehir. Dubrovnik şehrinde 4,000
Türk’ün yaşadığı bir bölge var. Dubrovnik var olduğundan beri bir
ticaret merkezi olarak tarihte yerini aldı. Osmanlı’nın büyüyerek geldiğini
gören bu şehir hiç savaşmadan Osmanlıya vergi vererek buyruğuna girdi. Tam 440
yıl Osmanlıya vergi verdiler.
Dubrovnik
içinde de aynı Budva ve Kotor şehirlerindeki gibi eski yerleşim yerinin olduğu
kale var. Bu kale de turistlere hitab ediyor. Gezimiz Mayıs ayında olmasına
rağmen etraf turistten geçilmiyor. Rehberimize göre bu kalabalık daha hiçbir şeymiş.
Dubrovnik Kalesi
Dubrovnik Kalesi (Kale içinde mescid)
Dubrovnik Kalesi
Dubrovnik Kalesinden Çıkan Turistler
Dubrovnik
şehri tuz madenleri ile dolu. Tarihte bu tuz madenlerini korumak
için yapılan kale 6 km uzunluğunda ve dünyanın en iyi korunmuş kalesi olarak
biliniyor.
Enteresan bir
olayı da şöyle anlatabilirim. Hırvatistan’da ilerlerken birden karşımıza sınır
kapısı gibi bir yer geliyor fakat diğerleri gibi oyalanmadan geçiyoruz. Bu
geçtiğimiz bölge Neum bölgesi olarak nitelendiriliyor ve burası Bosna’ya ait
olan 12 km lik bir bölge. Yani Hırvatistan’da iken Bosna’ya girip çıkıyoruz.
Neum bölgesi oldukça hesaplı, kamyon ve tırlar buradan ticaret yapmasınlar diye
sıkı bir aramaya tabi tutuluyorlarmış. Ayrıca bize söylendiği kadarıyla
Hırvatlar bu durumdan hiç memnun değiller. Bosna’ya uğramadan adalar üzerinden
ülkelerine geçmek için çalışmalar hala sürüyormuş.
BOSNA – HERSEK (03.05.2012
/ 04.05.2012)
Bosna;
yıllardır uzaktan dinlediğimiz, acının ve gözyaşının dinmediği ama bize sadece anlatılan,
yaşamadıklarımızı yaşayan (kendi adıma) umudunu asla yitirmeyen, silahların
susmadığı, içinden geçen nehirlerin ve derelerin kanla aktığı, alevler içinde
kalan tarih, izleri hala silinmeyen top ve silah izleri ve daha neler neler…
Savaşın İzleri
Ayrı bir hazzı
var Bosna’nın yazarken bile insan bir hoş oluyor. Beni çok etkiledi. Bizden bir
yerdi yabancılık çekmedim çünkü Türkçe konuşan çok insan vardı.
Bosna’nın
nüfusu 4,500,000 %43’ü Müslüman, %37’si Sırp, kalanı Hırvat. Para birimi
konvörtbl Mark. 1euro 2 km.
Bosna’da
değişmeli başkanlık sistemi var. Sekiz ayda bir Müslüman, Sırp ve Hırvatlar
başkanlık yapıyor. Birleşmiş milletlere bağlı bir vali bulunuyor ve
Cumhurbaşkanı ve Başbakandan bile daha fazla yetkilerinin olduğu söylendi.
Hatta isterse bu ikisini görevden alabilecek yetkiye sahipmiş.
İlk olarak Bosna’da
Osmanlı’nın yerleşik olarak yaşadığı son köy olan Poçitel’i gezerek başladık. Köyün
tamamı Türk. Tepeye doğru yükselerek çıkan merdivenlerden sağa dönerek
çıktığımız caminin ismi Şişman Ali Camii . Köy yaklaşık 500 hane. Hediyelik
eşya satan bir çok insan var yol
kenarlarında. Rehber balının çok güzel olduğunu söyleyince dayanamadık ve bu
ballardan biz de aldık.
Poçitel
Köyü
Rehberimiz
yanlış olarak bilinen bir şeyi açıkladı. Savaşın Sırbistan’la Bosna arasında
değil Bosna’yla Bosna içindeki Sırplar arasında olduğunu söyledi. Daha sonra
savaş zamanında Bosnalılar tarafından yapılan tüneli gezdik. İzzetbegoviç
tarafından ülkedeki Boşnak mühendisler toplandı ve Nato kontrolü altında
bulunan havaalanının altından geçecek şekilde yapıldı tünel. Sağolsunlar biz
geliyoruz diye kapalı olmasına rağmen tüneli açtılar. Tünel tam 800 metre ve yapımı
114 günde tamamlanmış. Tünel önce dışarıdan yardım almak amacıyla sade bir
şekilde yapıldı daha sonra tünel içine
elektrik kabloları ve raylar döşenerek savaştan Bosnalıları yenilgi almaktan
korudu. İçeride video gösterisini
izledik ve bir kez daha gözlerimiz doldu. Tünele giriş 2,5 euro ve geliri
savaşta evini tünelin yapımı için açan,
tünel için ciddi yardımlar yapan aileye veriliyor. Ertesi gün için artık
gelirin devlete ait olacağı ve giriş ücretinin 5 euro olacağı bize söylendi.
Tünel
Stajyer
rehberimiz Atilla Bey bir sürpriz yaptı
ve amcasının oğlu ve aynı zamanda Bosna Kültür Derneği Başkanı olan kişiyle
bizleri tanıştırdı. Boşnakça konuşan ve Türkçe bilmeyen kişiye çeşitli sorular
yöneltildi ve hepsine de cevaplar vermeye çalıştı. O zaman ki hükümetin size
yardımı nasıl oldu diye sorulduğunda cevapta enteresandı “Türkiye’den bize
savaşmaya gelen komutan ve birlikler oldu tabiî ki el altından sağolsunlar çok
faydaları oldu. Fakat o zaman hükümetin başında Süleyman Demirel vardı ve
Hırvatlarla çok sıkı fıkıydı beklenen yardımı gördüğümüzü söyleyemem dedi. Şu
anki hükümet içinse biz Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seviyoruz. Seçim sonrası
arkanızda biz varız rahat uyuyabilirsiniz demesi bizi fazlasıyla memnun etti.
Yardım olarak da geçtiğimiz ay Dışişleri Bakanınız Davutoğlu buradaydı ve çok
ciddi yardım yapılacağı sözünü verdi dedi. Tabi ki bunların hepsini rehber
çevirdi ve bunlar benim söylediklerim değil arkadaşlar o söylüyor diye de not
düştü.
Anlatılanlar
yine ilginçti. Tam bize göre Müslümanlığımıza yakışan bir davranış diyebilirim.
Sırplar savaş zamanında bütün camileri yakıp yıktılar fakat İzzetbegoviç emir
verdi siz asla onların kiliselerine zarar vermiyeceksiniz. Onların yaptıklarını biz de
yaparsak onlardan farkımız ne olacak dedi. Hatta Sırpların bu işten de rahatsız
oldukları ve kendi kendilerine kilise bombalayarak Bosnalılar yaptı süsü vermek
istediler ama başarılı olmadılar.
Bosnalılar
savaşla resmen dalga geçtiler, atılan mermileri eriterek hediyelik eşyalar
yaptılar. Kanlı Pazar olarak adlandırılan savaş zamanı bile her gün açılan
pazarı Sırplar bombalayıp 67 kişinin öldüğü günün ertesi günü sanki hiçbir şey
olmamış gibi Pazar yine açıldı ve alış veriş devam etti. Tabi bu durum
Bosnalıların yerine Sırpların moralini bozdu.
Kanlı Pazar
MOSTAR
(03.05.2012)
Tarihi Mostar
köprüsünü Kanuni zamanında Mimar Hayrettin yapıyor. Köprü yaklaşık 10 yılda
bitiyor. Mimar temelin oturması için 6 yıl bekliyor. Hatta Kanuni niçin bu
köprü bitmiyor diye Hayrettin’i arıyor fakat mimar mahsustan saklanıyor diye
anlatıldı. Köprünün 99 adet basamağı var
ve Esmaül Hüsnayı simgeliyor. 28,5 metre yükseklikte.
Mostar Köprüsü
1992 yılında
Sırplar tarafından yıkılan köprü bir Türk şirketi tarafından bütün
masraflarıyla beraber tekrar onarılıyor. Sadece köprünün taşları Bosna’dan
karşılanıyor.
SARAYOVA (04.05.2012)
Savaşın yaşandığı
şehir Bosna Hersek’in başkenti Sarayova
savaşın izlerini oldukça silmiş gibi görünüyor
fakat yirmi yıl önce burada çok
ciddi acıların yaşandığı gerçek. Bize verilen rakamlara göre savaşta 150 000 boşnak, 30,000 sırp ve 10,000 hırvat
hayatını kaybetti. Çok lüks binalar ve plazalar yollarda mevcut. Dağlar
arasında kalmış çok güzel bir şehir.
Tarihi
Viyeçnitsa kütüphanesinin yanından geçtik. Tadilatı devam eden kütüphane savaş
zamanında Sırplar tarafından yakılmış. Yakılan sadece kütüphane değil Bosna’nın
tarihini de cayır cayır yakmışlar.
Perşembe
gecesi bu şehirde bir camide yatsı namazı kılalım diye çıktığımızda oldukça
uzun bir yoldan sonra istediğimiz camiyi bulduk cami gerçekten muhteşemdi. Suudi
kralı Fahd tarafından yaptırılmış çok lüks etrafı granitle kaplı epey büyük bir
cami ve yaklaşık dört saf insan vardı. Ortadoğu daki zengin Müslüman
devletlerin yollarda gördüğümüz, "gelin camimizi gezin" diye tabelaları bana
ilginç geldi.
Eski tramvaylar
oldukça dikkat çekiyor ve demiryolları oldukça sık kullanılıyor. Avusturyalılar
Avrupa’daki ilk tren yolunu Sarayova’da yapıyor. (Deneyip görecek fayda zarar
analizini yaptıktan sonra kendi ülkesinde yapacak veya yapmayacaklar!)
Rehberin
anlattığı bir olayı da anlatmak istiyorum. Bosna savaşında hükümet tarafından
savaşta burada kalanlara bir belge verildi ve bu belge çok değerli idi. Savaş
sonrası gelenler de bu belgeyi almak istediler fakat almak için çok ciddi paralar
vermek zorunda kaldılar 50-60 bin dolar olduğu söyleniyor. Bu belgenin önemi
insanları birinci sınıf ve ikinci sınıf gibi ayırıyormuş.
Bosna’nın
içerisinde Türk çarşısını gezdik ve insanlar bizlere buyurun hoş geldiniz
diyorlar ve selam verdiklerimiz aleykümselam diye güzel şiveleriyle selamımızı
alıyorlar. Çarşı içerisinde Dilek çeşmesi diye iki çeşmesi olan yerden su
içtik. Sonradan öğendik ki sağ taraftakinden içenler Bosna’ya yine gelecek, sol
tarafındakiler Bosna’dan evleneceklermiş .. (Ben sağdan içitim)
Çarşı içinde
bir hana girdik (Bursa’daki kapalı çarşı içindeki hanların tıpa tıp aynısı
diyebilirim) Han içindeki bir kahvede
çok güzel türk çayı ve kahve içtik. Bosnalılar kahveyi kulplu fincanda değil de
kulpsuz olarak içiyorlar. Sebebi ise elin ilk üç parmağıyla içtiklerinde
Sırpların işaretini anımsatıyor olması ayrıca
kahve o şekilde tutulduğunda ayı simgeliyor dediler.
Bosna da Türk Kahvesi
Şehir
dışındaki evlerin büyük bir çoğunluğunun birinci kat girişleri önden, ikinci
kat giriş leri merdiven ile çıkılarak
yandan. Bence çok güzel müstakil evler var özellikle Makedonya ve Bosna’da.
SIRBİSTAN
(05.05.2012)
Balkanların
yaramaz çocuğu Sırbistan. Başkenti Belgrad.
Nüfusu 7 milyon. Yerel Sırp rehbere göre ise 10 milyon! Özerk 3 milyonluk
Kosova’yı da hala kendilerinin olarak görüyorlar. Para birimi dinar. 1 euro 100
dinar.
15 yy’ ın ortalarından
itibaren yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresinde kalan Sırbistan yine yerel rehbere
göre ise 200 yıl Osmanlı himayesinde kalmış! Meşhur Kosova savaşlarının yapıldığı I.
Murat’ın “Allah bana böyle bir savaş bir daha göstermesin” dediği yer.
Meşhur tampon
bölgedeki Sava nehri Bosna’ya doğal sınır. Sırbistan da Boşnak çok az, çok az
da Hırvat var. Sancak bölgesinin önemli bir kısmı Sırbistan’da.
BELGRAD
(05.05.2012)
Nüfusu 3
milyon dolayında. Meşhur Kale meydanı ve Terazi çeşmesiyle terazi caddesi bu
şehirde . Osmanlı zamanında 100 den fazla cami olan Belgrad’da şu anda sadece
bir adet cami var. Kale meydanından
aşağıya doğru baktığımızda sava nehriyle tuna nehrinin birleştiği yer doğal
olarak çok güzel. Kale meydanına giriş kapısı hala İstanbul kapısı olarak
adlandırılıyor. Kale meydanının içinde Damat Ali Paşanın mezarını da gördük.
Kaledeki beyaz taşlarla yapılan yerler Sırpların onardığı yerler, sarıya
yakın çok az yerde kalan taşlar ise
Osmanlıdan kalan yerler.
Belgrad dönüşü
Cuma namazı kılmak için bizi bir camiye yakın yere bıraktılar fakat cami kitliydi
ve etrafta kimse yoktu. Meşhur emekli doktor albayın arkasında namaz kıldık
Allah kabul etsin. Albaya güvenemedik zühri ahir namazını da eda ettik.
Belgrad
sonrası tekrar Makedonya’nın başkenti Üsküp’e doğru ilerliyoruz. İlginç gelen
şey ise daha henüz Makedonya sınır kapısına gelmediğimiz halde sol tarafta hiç
görmediysem en az 15 ufak köy vardı ve hepsinde cami vardı ....
ÜSKÜP (MAKEDONYA) (06.05.2012)
Üsküp’e çok
zamansız akşam saatlerine doğru vardık ve çarşıları kapanmıştı. Üsküp’te farklı
bir yer hemen hemen her yerde çeşitli heykeller var. Eskişehir’den daha fazla
olduğunu söyleyebilirim. Rehberimizin söylediğine göre Makedonya bir tarih oluşturmaya çalışıyor ve
orda burada okuduğu tarihi kişilikleri heykellerle canlandırmaya çalışıyorlar.
Üsküp
Rahibe
Teresa
Rehberin
anlatımına göre Yunanistan hala onları etkileyip korkutabiliyor. (Makedonya adı altında bir bölgeye sahip olan
Yunanistan, öteden beri Üsküp yönetiminin Büyük İskender'e sahip çıkmasını
kabul etmiyor. Makedonya adının Yunanistan'daki bir bölge için de kullanılması nedeniyle
toprak iddiası olarak algılanması Atina'da yıllardır dile getirilen bir diğer
suçlama...
Makedonya ile Yunanistan
arasındaki gerilim, eski Yugoslavya'nın parçası olan ülkenin NATO'ya girmesinde
ve AB üyeliği yolunda ilerlemesinde engel oluşturuyor. Makedonya, Yunanistan'ı
haksız davranmakla suçluyor; anayasa ve bayrağın değiştirilmesine ilişkin 1995
tarihli anlaşmayla, toprak üzerinde ortaya atılabilecek her türlü iddiaya bir
nokta konulmuş olduğunu savunuyor.)
Büyük meydanda
bulunan at heykeli, liderlerinin olmasına rağmen(Büyük İskender), ona o ismi
veremiyorlar. Heykelin ismi “At üstünde atlı.”
At üstünde atlı heykeli
Akşam üstü
Üsküp’te de Türk çarşısı olan yere gittik. Herkes NTV de maç seyrediyor. Orda
da meşhur Türk çayını içtik ama Ohrid’deki kadar güzel değildi. Acı bir tadı vardı.
Kahve için aynı şeyi söyleyemeyeceğim cidden çok güzeldi bizim kahvelerin iki
katı kadar ve oldukça köpüklüydü. Hesapta çok ucuz 4 çay ve 4 kahve 2 euro.
Beklentilerimizi
düşük tutarak başladığımız balkan gezisi, gerçekten beklentimizin çok üzerinde
ve oldukça keyifli geçti. Ecdadımızın günlerce, haftalarca, aylarca yürüyerek
ulaştıkları, bu toprakları biz bir
hafta içerisinde dolu dolu gezdik. Herşey son derece güzeldi eksik olan tek şey
keşke çocuklarım ve eşimde yanımda olsaydı, inşallah onlarla birlikte, yine
yeniden gezmek dileğiyle…..
Ali ŞAHİN
15.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder